SÖZ SANATLARI ÖRNEKLERİ
bu bilgileri indirmek için buraya tıklayalım.
|
DÜZENLEYEN: Mehmet BİLGİÇ
Ankara Kıbrıs konusunda temkinli davranıyor.
(mecaz-ı mürsel)
Mehmet
Hazineler içindesin
Bu toprağın altında ne var ne yok
Kömür, bakır, altın, demir
Hepsi senin, hepsi senindir
Çıkar çıkarabildiğin kadar
Hepsi benimdir (tariz)
Dilerim tanrıdan k, sana açık kucaklar
Bir daha kapanmadan kara toprakla dolsun
Kan tükürsün adını candan anan dudaklar
Sana benim gözümle bakan gözler kör olsun
(mecaz-ı mürsel)
Durgun bir akşamın erguvan örtüsünü
Yırtarken çekinerek gecenin kara eli
Yorgun bir gölge, omzunda bir günün yükü
Sürüklüyor ufuklara ağır adımlarını (teşhis)
Bahar gelip her yan güldü
Çiçekleri biraz kucaklayım
Deyip kuşçuk her yana baktı
Sakin gökte kanat çırptı (intak)
Şanlı hikayesi binlerce erin
Sesi nabzım olmuş hengamelerin
Naklediyor yadını gelen geçene
Bu hayalde uyur Bursa her gece
(mecaz-ı mürsel)
Minareler bayramda kubbeler arifede
Başlar birbirinden dik o dört taştan efede
Edirne’ de bir sabah üçüncü şerefede
Sinan güzelliği döndürmüştü başını (mecaz-ı mürsel)
Anadolu hepimize hınç, şüphe ve emniyetsizlikle bakıyordu. (mecaz-ı mürsel)
O günlerde Konya’nın nasıl yaşadığını ne düşündüğünü bilmiyoruz. (mecaz-ı mürsel)
Marmara’ da her yelken
Uçar gibi neşeli (mecaz-ı mürsel)
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey nazlı hilal
(mecaz-ı mürsel)
Dalgalardan gemimiz martı gibi oynaktır şimdi. (teşbih)
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgarın önüne atılmışım ben (teşbih)
Bir güzel yırtıcı kuş gördüm, baktım
Som mücevher gibi kan kırmızısı tırnakları (teşbih)
Kardeşi tıpkı tilki gibidir, ondan kendini sakın. (teşbih)
Nedendir de kömür gözlüm nedendir
Şu geceki benim uyumadığım
Çetin derler ayrılığın derdini
Ayrılık derdine doyamadığım (teşbih)
Güç bela bir bilet aldım gişeden
Yolculuk başladı Haydarpaşa’dan (mecaz-ı mürsel)
Yüce dağ başında olur sayrılık
Sen düşürdün gül benzime sarılık (teşbih)
Yel çıkar içinde inilti saklı
Türküler ağıttır, ses dokunaklı
Aşlar yağsız tuzsuz, sular çoraklı
Hayat ödenmesi gereken senettir. (teşbih)
Sınıf yeni öğretmeni merakla bekliyordu.
(mecaz-ı mürsel)
Ülkeler ancak kalem ve kılıçla varlıklarını sürdürürler.
(mecaz-ı mürsel)
Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta
Tanburi Cemil Bey çalıyor plakta
(mecaz-ı mürsel)
Karanfil oylum oylum
Geliyor selvi boylum
Selvi boylum gelince
Şen olur deli gönlüm (teşbih)
Böyle yalçın dağlarda sessiz dolaşan kim
Köyler ufka dizilen tozlanmış bir resim (teşbih)
Geçen her saat, her geçen saniye
Göl altın güğümdür coşan maviye (teşbih)
Hızırım olursun elimden tutan
Mutluluk çevremde bir renkli çeyiz (teşbih)
Sakin ve rüzgarsız havalarda, bacalar üzerinden bir türlü savrulup dağılmayan dumanlar birbiri üzerine nasıl birikirse, bu seslerde öylece göğün boşluğunda toplanıyor, kolay kolay dağılmıyordu. (teşbih)
Her gölge bir insan kadar inceydi, derindi. (teşbih)
Ona dikkat et, çok tilkidir, seni aldatabilir. (teşbih)
Her sabah başka bahar olsa da ben usandım
Uğramam bahçelerin semtine gülden yandım
(açık istiare)
Uludağ etekleri al ipekten bu akşam
(açık istiare)
Garbın ucunda, son kıyıdan, en görüntülü
Bir med zamanı gökyüzü kurşunla örtülü
(açık istiare)
Ateşten kızaran bir gül arar da
Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi (hüsn-i talil)
Toprak bir bakışınla kızıl renge büründü
Yıldızlar ülfet için gündüz göründü (hüsn-i talil)
Hurşide baksa gözleri halkın dola gelir
Zira görünce hatıra ol mehlika gelir (hüsn-i talil)
İki kapılı bir handayım
Yürüyorum gündüz gece (açık istiare)
Havada bir dost eli okşuyor derimizi (açık istiare)
Sonra tül perdeler arasından
Bir ay doğdu vadiye (açık istiare)
Bir gün yine beyazlar içinde gördüm
Kastı nedir bilmem, bir kere gönül verdim
Turna derler böylesine halk türküsünde
Çifte hasrettir uyuyup kalmış göğsünde
(açık istiare)
Dilber bezme (meclise) gelince yüzü güldü aşıkın (kinaye)
Seydi Fakıllı köyünde kadınlar su çeker gayya kuyusundan
Uyan Anadolu’m uyan ölüm uykusundan (kinaye)
Yıldızlı perçemlerin ıslandıkça uzuyor
Yalnızlık damla damla şakağımdan sızıyor.
(kapalı istiare)
Süzülüp akasya dallarından gün
Erir damla damla ayaklarında (kapalı istiare)
Ninniler söylermiş bir serin dere (kapalı istiare)
Tohum altta nefes nefese
Kulağı gök gürültüsünde (kapalı istiare)
Yunus ki nergiste güler, gülde kanar
Kırlarda gelincikte onun bağrı yanar (tenasüp)
Kestanelik gölgesinde hayal gibi yürürsün
Bülbül şakır bir ağacın nazenin gülüsün
Tarlalarda gülümseyen çiçeklerin alında
Ela gözlü güzellerin gül benzini görürsün (tenasüp)
Kurban olam kurban olam
Beşikte yatan kuzuya (kapalı istiare)
Anavarza at oynağı
Kana bulanmış gömleği
Kıyman a zalımlar kıyman
Kör karının tek değneği (açık istiare)
Yalnız zaman olur bazı akşamlar
Bir kadın çehresi; yanarken camlar
Bir lahza belirir loş aynalarda (istiare)
Dinmiş denizin şarkısı, rüzgar uyumakta
Rıhtım boyu sonsuz bir üzüntüyle karaltı
Mevsim gibi süslenmiş Emirgan, Çınaraltı (teşhis)
Tarihin dilinden düşmez bu destan
Nehirler gazidir, dağlar kahraman
Her taşı yakut olan bu vatan
Can verme sırrına erenlerindir (teşhis)
Durgunca bir deniz sahilleri öper
Söner ufukta sevdalı bir kamer
Yıldız gibi uçar ateşböcekleri
Gecenin gözyaşı öper çiçekleri (teşhis)
Ufukta günün boynu büküktü. (teşhis)
Biz denizde kaptan, ovada çiftçi, şehirde esnaf olan
Biz gemi yürüten, tarla süren, alışveriş yapan (leff ü neşr)
Baran değil,şafak değil, ebr-i seher değil
Gözyaşıdır, ciğer kanıdır, dud-ı ah’tır (leff ü neşr)
Dağlara yaslanıp yatan güneşi
Yaralı, hastadır, yorgundur sandım (teşhis)
İçmiş gibi geceyi bir yudumda
Göğün mağrur bakışlı bulutları (teşhis)
Dinle yolcu bu ses onun sesidir
Sinsi adımlarla akşam yürüyor (teşhis)
Kulağının dibinde haykırdı fırtına:
Isınmak istemiyorsan toprağı çek sırtına (intak)
Küçük bir çeşmeyim yurdumun
Unutulmuş, bir dağında
Hiç kesilmeyecek suyum
Yıldızların aydınlığında
Boyuna akar dururum (intak)
Rengi uçmuş, nen var sunam ah sunam
Söyle bana emret, sana can sunam (cinas)
Güle naz
Bülbül eyler güle naz
Girdim bir dost bağına
Ağlayan çok gülen az (cinas)
Arı sordu: Şen kelebek
Neden böyle süslenerek
Çiçeklere seslenerek
Uçuyorsun benek benek? (intak)
Bir gece misafirim olsan yeter
Dolar odama lavanta kokusu
Soğur sevincinden sürahide su
Ay pencerede durup durup güler (intak)
Adam, elini uzattı; tam onu koparacağı sırada, mor menekşe: “Bana dokunma!” diye bağırdı. (intak)
Bulamadım dünyada gönle mekan
Nerde bir gül bitse etrafı diken (kinaye)
Dadaloğlu’m der ki belim büküldü
Gözümün cevheri yere döküldü (kinaye)
Anlattı uzun uzun
Şehrin uğultusundan uzanmış ruhumuzun (aliterasyon)
Dağlar ağarırken konuşurduk tepelerde
Sen nerde, o fecrin ağaran dağları nerde (aliterasyon)
Yine parmağım ağzımda kaldı
Masumluk akıyordu yüzünden (kinaye)
Yahya Kemal yokuş tırmanırken terlemiş, şişman ve ağır vücudunu taşıymaz olmuştu. Tam o sırada mahalle bakkalının önündeki sandalyeyi görüp oraya oturdu. Yağlı bir müşteri bulduğuna memnun olan bakkal kibarca sordu:
--Ne alırsınız efendim?
-- İzin verirseniz biraz nefes alacağım. (kinaye)
--Ey benim sarı tamburam,
Sen ne için inilersin
--İçim oyuk derdim büyük;
Ben onun’çün inilerim (kinaye)
Sordum nigarı dedi ahbap
Semt-i Vefa’da doğru yoldadır. (tevriye)
Biri var pencerede
Pencere önlerinde ağlar durur (tevriye)
Gönlüm gibi ey name yarda kaldın
Baş üzre yerin var ham-ı destanda kaldın (kinaye)
Şu karşıma göğüs geren
Taş bağırlı dağlar mısın? (kinaye)
Yapıtlarında daha çok kırsal kesim insanlarını anlatan birkaç yazar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’yla görüşmeye gider. Bu ilgiden çok memnun olan Yakup Kadri bir ara konuk yazarlara, nereden geldiklerini sorar. Yazarlardan biri gülerek: “Yaban’dan geliyoruz üstat Yaban’ dan” der. (kinaye)
Bu kadar letafet çünkü sende var
Beyaz gerdanına bir de ben gerek (tevriye)
Baki çemende bir hayli perişan imiş varak
Benzer ki bir şikayeti var rüzgardan (kinaye)
Sarımsak da acı; ama her evde lazım bir dişi. (kinaye)
Hani selamı hani bir peyamı cananın
Saba senin işinde hep heva imiş yazık (tevriye)
Ulusun korkma, nasıl böyle bir imanı boğar
Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar (tevriye)
Tutabilir misin geçen zamanı
Dönebilir misin on beşine
Şaşmadın mı hiç çocuğum
Baharın sessizce gelişine (istifham)
Bana Tahir efendi kelp demiş
İltifatı bu sözde zahirdir
Maliki mezhebeim benim zira
İtikadımca kelp Tahir’dir. (tevriye)
Dedim: Dilber, niçin sararıp soldun
Dedi: Çekdiceğim dil yarasıdır. (tevriye)
Saksıda ruhumun bütün yası var
Derdimle soluyor açılan gonca (hüsn-i talil)
Eğilmiş arza kanar, muttasıl kanar güller
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer? (tecahül-i arif)
Gök masmavi bu sabah
Güzel şeyler düşünelim diye (hüsn-i talil)
Yemyeşil oluvermiş ağaçlar
Bulutlara hayretinden (hüsn-i talil)
Kadrin bilmeyenler alır eline
Onun için eğri biter menekşe (hüsn-i talil)
Rüzgarda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil (mübalağa)
Gözlerinden göğüme sayısız yıldız akar
Bir gülüşün içimde binlerce lamba yakar (mübalağa)
Güneş sevgilinin güzelliğini görüp utanıyor
Görmemek için bulut perdesini başına çekiyor
(hüsn-i talil)
O kadar çaldı ki yürekten
Türküler aşındırdı kavalı (hüsn-i talil)
Gökyüzünün başka rengi de varmış
Geç fark ettim taşın sert olduğunu
Su insanı boğar ateş yakarmış
Her doğan günün bir dert olduğunu
İnsan bu yaşa gelince anlarmış (tecahül-i arif)
Şakaklarıma kar mı yağdı, ne var
Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz (tecahül-i arif)
Göz gördü gönül sevdi seni ey yüzü mahım
Kurbanın olam var mı bunda benim günahım
(tecahül-i arif)
Aldanma cihanın sakın varına
Bir nefesi verme cihan varına
Bugünkü işi koyma yarına
Yar yarıldığı gün tozar demişler (irsal-i mesel)
Kirpikleri uzundur yarin hayale sığmaz
Eski meseldir aşık mızrak çuvala sığmaz
Esnafa da biraz insaf gerektir
Bal tutan parmağın yalar demişler (irsal-i mesel)
Yapraklar neden bu kadar sarı,
Çiçekler ıssız,
Yollar ıssız?
Nereye saklandınız seneler,
Nereye sakladınız baharı? (tecahül-i arif)
Şimdi gerçek ey Safa yarimle hem sohbet miyim
Pek inanmam galiba görmekte rüya gözlerim (tecahül-i arif)
Gönlümde ateştin, gözümde yaştın
Ne diye tutuştun, ne diye taştın (leff ü neşr)
Aşık bir sedef, maşuk nisan yağmuru
İncileri alır verdikçe damlaları (leff ü neşr)
Bu eller miydi masallar arasından
Rüyalara uzattığım bu eller miydi
Arzu dolu, yaşamak dolu
Bu eller miydi resimleri tutarken uyuyan (tecahül-i arif)
Her gün bu kadar güzel mi bu deniz
Böyle mi görünür gökyüzü her zaman? (istifham)
Ben mi çıldırmışım sen mi delirdin
Yalvaran bu sesimden kaçışın niye (istifham)
Allah’ın insanda ne var
Gözyaşından daha güzel? (istifham)
Kimdir bana gülümseyen yeşillik balkonundan?
Demek gecelerden sonra nihayet gün doğuyor.
Bir gülüşündür gençliğimi döndürdü yolundan;
Yanan şu alnım elinin gölgesiyle soğuyor. (mübalağa)
Mehmet’in düşmanı boğduğu sele
Mübarek kanını kattığı yerdir (mübalağa)
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda (mübalağa)
Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün
Kızıllığında ısındık
Dağlardan çöllere düştüğü gün
Gölgene sığındık (mübalağa)
Yaram var, havanda dövemez merhem
Yüküm var, bulamaz pazarlar dirhem (mübalağa)
Bir ah çeksem dağı taşı eritir
Gözüm yaşı değirmeni yürütür (mübalağa)
Her nere gidersen eyle talanı
Öyle yap ki ağlatasın güleni
Bir saatte söyle yüz yalanı
El bir doğru söz söylerse inanma (tariz)
Bir yetim görünce döktür dişini
Bozmaya çabala halkın işini
Günde yüz adamın vur kır dişini
Bir yaralı sarmak için yeltenme (tariz)
Gördüğüm şeyi asla sezemem
Korku nedir bilmem hiç yalnız gezemem
İcap etse kendi adım yazamam
Katiplikte gayet iştiharım var (tariz)
Geç yatar, erken kalkar (tezat)
Güleriz ağlanacak halimize (tezat)
Ne siyah eylemiş bu nasiyeyi (nasiye: alın)
Saçımı bembeyaz eden bahtım (tezat)
İşkence yaptıkça bana gülerdi
Benim sadık yarim kara topraktır (tezat)
Var olan yokluğun ömrünü sürüyorum
Aşklar bomboş kuruntu, hürriyetler esaret (tezat)
Aydınlığa koştum karanlık çıktı
Her sevgi, her vefa bir anlık çıktı (tezat)
Varlığın uçarken en şakrak çağa
Dolaştım bakıştan, nurdan bir ağa
Beni öldürmeye ve yaşatmaya
O baygın gölgeli bakışlar yeter (tezat)
Bir varken bir yok oldu
İşte dünyamızın işleri (tezat)
Gülmek ol goncaya münasiptir
Ağlamak bu dil-i hazine gerek (yaralı gönül) (tezat)
Dünya o kadar büyük ki
Bir noktayım ortasında, ne yapsam
Bazen de o kadar küçülüyor ki dünya
Devrilecek sanıyorum kımıldasam (tezat)
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne
Kurşundan bir yük binmiş köpükten gövdesine (tezat)
Ne nergis, ne leylak, ne lale, ne gül
Hepsiyle dolu bir selesin,sevgili (tenasüp)
Kamu bimarına (hasta) canan devay-ı dert eder ihsan
Niçün kılmaz bana derman beni bimar sanmaz mı (tenasüp)
Samsun’un evleri denize bakar
Sokaklar yosun içinde
Çapalar, takalar, mavnalar
Bilyeler gibi suyun yüzünde
Bir iner bir kalkar (tenasüp)
Çalınsın saz, keman, santur, kanun hoş makam ile
Okunsun şarkılar Dilbesteler mahurdan sadalarla (tenasüp)
Başta en başta kanlı bir bayrak
Kanlı bir taç hemen onun peşinden
Sonra bir türlü öldüren araç: Ok
Mızrak, yay, kılıç, topuz,balta (tenasüp)
Nedir bu savaş insanlarda barışa azim yok mu
Kan dökücü mızrağı atıp zeytin dalı tutmak yok mu (leff ü neşr)
Bağ-ı dehrin hem hazanın hem baharın görmüşüz
Biz neşatın da gamın da rüzgarın görmüşüz
(leff ü neşr)
İçimde kor donar, buzlar çözülür
Yağan ateş midir, kar mıdır bilmem (leff ü neşr)
Gökyüzünde İsa ile
Tur dağında Musa ile
Elindeki asa ile
Çağırayım Mevlam seni (telmih)
Yeter yüreğime düşen ateş
İbrahim’ de güle çevrilen ateş
Neredesin gel kuşandır beni
Yüreğimden kaldır ateşleri (telmih)
Dövdükçe tavlanan demir er geç kılıçlaşır
Her kın filizlenip, Ali’den Zülfikar açar (telmih)
Beni bende demen bende değilem
Bir ben vardır bende benden içerü
Süleyman kuş dili bilür dediler
Süleyman var Süleyman’dan içerü (telmih)
Hırçın yel, uslu dal kapışırlar yalınkılıç
Rüstem bitirse savaşı, İsfendiyar açar
(İran’ın güçlü komutanlarına telmih)
Gel etme karınca kardeş
Ağustos böceğine acı
Kabahat onun mu sanki
Şarkı söylediyse bütün yaz (telmih)
Allah’a sığın şahs-ı halimin gazabından
Zira “yumuşak huylu atın çiftesi pektir” (irsal-i mesel)
Yırtıcı kuşun ömrü olur az
Bir tek ipte iki cambaz oynamaz (irsal-i mesel)
Balık baştan kokar bunu bilmemek
Seyrani gafilin ahmaklığından (irsal-i mesel)
Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir (nida)
Ey kumrulu bahçem, sümbülü bağım
Ey, bülbülü derem, mineli dağım
Sizin ile geçti en güzel çağım (nida)
İnanın bana ey insanlar
Çıkmam bir daha sokaklara (nida)
Karşımda duran yüce dağlar
Ayrılık yüreğimi dağlar (cinas)
Bülbül güle gül dedi
Gül gülmedi gitti
Bülbül güle, gül bülbüle
Yar olmadı gitti (cinas)
Güzel şeyler düşünelim diye
Yemyeşil oluvermiş ağaçlar (hüsnü talil)
Mor menekşe boyum büktü
Gül kızardı utancından (teşhis, hüsnü talil)
Her sabah başka bahar olsa da ben usandım
Uğramam bahçelerin semtine gülden yandım (tenasüp, açık istiare, kapalı istiare)
Ne nergis, ne leylak, ne lale, ne gül
Hepsiyle dolu bir selesin güzel (tenasüp, teşhis)
Gel etme karınca kardeş
Ağustos böceğine acı
Kabahat onun mu sanki
Şarkı söylediyse bütün yaz (telmih)
Benim için her bir sözün kıymetlidir inciden
Gözyaşlarım akıtma gel, odur gönlüm inciden (cinas)
Gayet çoktur değil, benim yaram az
Bana yardan gayri cerrah yaramaz (cinas)
Durmak istiyorum arkamdasın
Ne zaman acıksam aklımdasın
Son sayfasında ismin yazılı defterimin
Ben adını duydukça kapatamıyorum
Niye mi
El yazımı artık ben bile okuyamıyorum (terdit)
Biliyorum bunu ayrıyız işte
Gülen iki dudak uzaklığında (tezat)
Ayvaz çıkar, hoylu çıkar,
Bir yandan Köroğlu çıkar:
“Hemen Mevla ile sana dayandım,
Arkam sensin,kalem sensin, dağlar hey” (iktibas)
Sular gene o sular, kıyı gene o kıyı
Gene çamlar dinliyor uzaktan bir şarkıyı (tekrir)
Bir candır bu, bir andır bu
Giden gelmez, bir handır bu
Dağ taş değil, insandır bu
Gelsen de bir gelmesen de (tekrir)
Kapı kapı bu yolun son kapısı ölümse
Her kapıda ağlayıp bu kapıda gülümse (tekrir)
Akşam yine akşam, yine akşam
Bir sırma kemerdir suya baksam (tekrir)
Bulamadım şu halimden anlayan
Gönül hasta, dudak hasta, dil hasta
Yağmur yağar dağı taşı ıslatır
Yaylalardan uzak kalan sel hasta (tekrir)
Mahmur mutlu mutluluğun tüm melekleri
Mehtaba maviden menevişlerle yüksel (aliterasyon)
Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: ilerle
Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilelerle (aliterasyon)
Çabucak gönderin çeliklere su
Çiğneyin çığlarım şu çılgın çağı (aliterasyon)
Ah İstanbul, İstanbul olalı
Görmedi böyle keder (mecaz-ı mürsel)
Belki bir gün özlersin
Başka adamlarla
Başka şehirlerde yürürken
(tekrir,aliterasyon,mecaz-ı mürsel)
Ne aşk var ne de mutlu sonlar
Buz gibi yalnızlık var
Gücün yetmez ısınmaya
Hapsolunca yalnızlığa (teşbih, tezat)
Gülüşlerim vardı benim
Ben kimim ben nerdeyim
Tam karşıya geçerken
Bıraktığın o el benim (mecaz-ı mürsel, istifham)
Bu kez pek afili yalnızlık
Aldatan bir kadın kadar düşman (teşbih)
Sövdüm, sövdüm, sövdüm ben dünyaya
Acılara, sokaklara, ait olmaya, insanlara
(tekrir, mecaz-ı mürsel)
Artık olmaz dedin senle
Çok eskitti beni bu hikaye (açık istiare)
İs karası gibiyim o temiz ellerinde
Dil yarası gibiyim bu masum sözlerinde (teşbih, tezat)
Her sabah doğan güneş bir sabah doğmaz oldu
Elleri ellerimden kayıp giden yıldız oldu (teşbih)
Kuruyup solma aynaya baka baka
Ne söyleyeceksen söyle dobra dobra (kapalı istiare)
Bak sen ne yazık ki klasik bir tablosun
Ne yaparsan yap boşsun (teşbih)
Olur a düşerim ihtimal
Baba kapıyı kapatma
Olur a düşerim ihtimal
Gülüne su ver unutma (kinaye, kapalı istiare)
Kınalı gelin uçuyor yuvadan
Günü, saati biliyor yaradan
Duvağım, telim, kırmızı kemerim
Dileğim bir kız bir oğlan
(tenasüp, kapalı istiare, mecaz-ı mürsel)
Aynı dili konuşabilseydi adaş dağlar
Büyük Ağrı’ya çıkarken de işe yarardı
Küçük Ağrı’ya çıkma deneyi
Şirin sarptır, Leyla engin, Aslı dik
Bundandır Kerem’in Aslı’ya benzemediği
(telmih, kapalı istiare)
Çıldırmış olmalı bu rüzgar gülü
Dans ederek yanıtlıyor beni pusulam (teşhis)
Ve bir dirhem et bin ayıbı örter dediklerine
Yalın bir katkı sayılır aşağıdaki yorum
Durgun sulardır, aynalardır en yabancınız
İnsana uzaktan kendisi gelir (irsal-i mesel)
Bir vadinin kollarını kavuştuğu yerde
Kıstırılmış, topuğu yaralı kaçağım sanki (teşhis, teşbih)
Dünyanın bütün garsonları yoldaşımdır
Nedense hiçbirinin adını bilmem (tezat)
Mürekkep yalpalıyor boş yere kağıtlar kirleniyor
Menzile ulaşmıyor yorgun sözcükler (teşhis, tenasüp)
İçimize uğrar diye çalkanıp beklediğimiz
Nuh’un çiçek gemisi denizdağında şimdi (telmih)
Rakı suyla kavgalı, kadeh masaya şaşı
Şaşı bakıyor yerdeki fotoğraf duvardakine
(tenasüp, teşhis)
Hallacı gördüm bir an
Ah yanlış anlaşıldım
Çırpıldım darağacını gördüm (telmih)
Gez kırık, göz eksik, arpacık öğütüldü
Parçalara ayrıldı nişan aldığım tüfek (tenasüp)
Bilemezsin sevgilim
Bilemezsin değil mi
Sözlerini bilmeden sevdiğin yabancı şarkı benim
Adını söylesen dönüp bakacaksın belki
Ama senin kulakların hep tıkalı
(kinaye, teşbih)
Sonradan kor sonradan kor
Ayrılıklar an be an
Akıp gider, akıp gider
Zaman sana aldırmadan (tekrir, kapalı istiare)
Be vefasız!
Gözlerinden düştüm mü söyle
Gördün güzelleri kaldın mı gurbet elde (nida)
Yok mu?
Senin insafın yok mu?
Bir güler yüzün çok mu?
Dağ mısın taş mısın? (istifham)
Yedi kat eller yakınım oldu
Gel kavuşalım artık (tezat)
Yürüyorum hasretin, acının üstüne
Sığmıyorum dünyaya dar geliyor (mübalağa)
Gördüm gözümle gördüm
Günden güne bittiğini
Hissettim başkasına gittiğini (aliterasyon)
Koca bir masal bu dünya
Belki tamamı bir rüya, bil (teşbih)
Tutuşup yan küle dön
Yok bu da yetmez mum gibi eri
Hayır hayır ah kıyamam
Ben öleyim yeter ki sen dön (kapalı istiare, rücu, teşbih)
Uzanıp Kanlıca’nın orta yerinde bir taşa
Gözümün yaşını yüzdürürüm Hisar’a doğru (mübalağa)
Bir lodos lazım şimdi bana bir kürek bir kayık
Zulada birkaç şişe yahut yer gök kırmızı (tenasüp)
Ben seni de sevmedim adem
Doğruyu duymak istiyorsun madem
Alt tarafı bir elma yedik beraber
Zehir zıkkım olsun bize bal badem (telmih)
Yandım yandım ah ki ne yandım
Bana yeniden şarkılar söyleten kadın (kinaye,kapalı istiare, teşbih)
Sanma ki dikecekler meydana
Heykelini, taşını
Kuş gibi özgür uçmaya kalkma
Seller geçemez gözyaşını (mübalağa, tenasüp)
Güzel bebek buram buram
İnsan, sevgi kokuyorsun
Bir küçücük dünya gibi varlığın
Sırtında dünyayı taşıyorsun (teşbih, mübalağa)
Hani her şeyindim ben senin?
Hani kor dudaklındım?
Hani karlarda açan çiçektim?
Vazgeçilmezdim (tekrir, istifham, kapalı istiare, teşbih)
İzmir, İzmir yanıyor
Kara sevdam hasretinden (kapalı istiare)
Ölürüm yoluna ölürüm de yine boyun eğmem
Yakarım dünyayı uğruna ama sana eğilmem (kinaye, abartma)
Öyle sınırsız öyle derin öyle çok severim ki korkarsın
Kuruyup çöle dönsem de pare pare olsam da yenilmem (mübalağa, teşhis)
Hele var ki bir tablo
Görse şaşar anibal
Ördeklerden bir filo
Bir de kazdan amiral (terdit, tariz)
Çağır Karacaoğlan çağır
Taş düştüğü yerde ağır
Gönül sevdiğinden soğur
Görülmeyi görülmeyi (irsal-i mesel)
Bilgiyle, inançla, coşkunlukla
“Övün, çalış, güven” (iktibas)
Söylerken o sözleri kızardı
Hem hazmeder ah, hem kızardı (cinas)
Geçsin günler, haftalar
Aylar, mevsimler, yıllar (tedric)
Yamaçtaki sürüden birkaç çelimsiz kuzu
Haykırıyor: “Ya bizi kimler kurban edecek?” (teşhis)
Aferin oğlum Ahmet
Bu yolda devam et
Herifçioğlu Sen Mişel’ de koyuvermiş sakalı
Neylesin bizim köyü, nitsin Mahmut Makal’ı (tariz)
Süleyman tahtını yeller götürür
Mührün alıp denizlerde yatırır
gün tatlı suyu acı getirir
Aldanma şu dünyaya yalan dünyadır (telmih)
Hak güneşi midir karşımda batan
Sen misin sen misin ey garip vatan (tecahülü arif)
Gerçi şarkılığına bu da bir şarkı
Gel gelelim nerde bu, nerde bahar (istifham)
Gördü geçen bu kızıl bulutu gözleriniz
Demek bunların hepsi doğru! Cevap veriniz
Yok.Hayır söylemeyin acısını bu yasın
Zavallı kulaklarım iki defa duymasın (rücu)
Hiç şaşmayan bir saat gibi işler durur kader
Bir gün saat çalar…Çok uzaktan gelir haber (teşbih)