20 Nisan 2012 Cuma

KPSS TÜRKÇE DİL BİLGİSİ SORU TİPLERİ

                                                          SINAV KOMİSYONLARINDA KULLANILAN SORU TİPLERİ DİKKATE ALINARAK HAZIRLANMIŞTIR.
HAZIRLAYAN: MEHMET BİLGİÇ
mehmet-bilgic.blokspot.com

32 MADDEDE YAZIM KURALLARINI ÖĞRENİYORUZ

32 MADDEDE YAZIM KURALLARINI ÖĞRENİYORUZ
1-       Büyük harfli kısaltmalarda kısaltmalar arasına herhangi bir noktalama işareti konmaz. TBMM   TEK    TÜBİTAK        İSTİSNA: T.C.
2-       Kurum kuruluş adlarına gelen ekler kesme işaretiyle ayrılmaz. (Emniyet Genel Müdürlüğüne)
3-       Arayönler bitişik yazılır. (güneydoğu, güneybatı gibi)
4-       Özel adlara gelen “-i,-e,-de,-den” ekleri yani çekim ekleri kesme işaretiyle ayrılır. “-ci, -li, -lik -siz” ekleri yani yapım ekleri ayrılmaz.(Karadeniz’de, Karadenizli)
5-       İnci ekinin yazımını rakamı yazıyla yazarak bulabiliriz. Örnek: ikinci → 2’nci (doğru)   2’inci (yanlış)  *Sıra sayılara gelen eklerde sadece kesme işareti ve ek kullanılır.Nokta kullanılmaz.(8.’inci yanlış, 8’inci doğru)
6-       Unvan adları isimden önce de sonra da gelse büyükle başlar. Tek başlarınaysa küçükle başlar. (“…Avukat Zafer Uslu…”   “…Ahmet Bey’e…”    “Bizim avukat geldi.”)
7-       Özel adlarda yapım ekinden sonra gelen çekim eki kesme işaretiyle ayrılmaz. (Türkçenin, Türkçeye, Arapçaya, Almanyalının…)
8-       Kitap, dergi, gazete adlarının yazımında nitelik bildiren kısım yani adının bulunduğu kısım büyük başlar. (…Türkiye gazetesi…   …Türk Dili dergisi…) İSTİSNA: …Resmi Gazete…(…Resmi Gazete’ye)
9-       Benzeşme yani sertleşme kuralına uymamak da bir yazım yanlışıdır. (dövülmüşdür yanlış     dövülmüştür doğru)                                                                                                              (…Resmi Gazete’deki)
10-    Yön adları bir yer adının solundaysa veya “kültür” anlamı katıyorsa büyükle başlar. Yön adı yer adının sağındaysa küçükle başlar.
(“…Kuzey Amerika…”  “…Amerika’nın kuzeyi…”    -Bu durum Batı’da farklı algılanır.)
11-    Dünya, güneş, ay sözcükleri bilimsel anlamda yani terim anlamdaysa büyükle başlar. Bu sözcüklere gelen çekim ekleri de kesme işaretiyle ayrılır. (Dünya Güneş’in çevresinde döner.)
12-    *Birleşik sözcüklerin yazımında ses düşmesi, ses türemesi, anlam kaybı varsa bitişik yoksa ayrı yazılır. (hissettim, zannettik, ayaküstü)
*“- idi, -imiş, -ise” eklerinin eklendiği sözcükte  düşme olduğu için bitişik yazılır; ancak  ayrı yazılması da doğru kabul edilmiştir. (gelmişti doğru, gelmiş idi doğru)
13-    İkilemeler her zaman ayrı yazılır. (yan yana, omuz omuza, baş başa, yalan yanlış) İSTİSNA: “gitgide”     *Pekiştirmelerse her zaman bitişik yazılır.(pespembe, sapsarı, masmavi)
DİKKAT ET !.. İkilemelerde düşme yazıda gösterilmez. (“…burun burna…”   “ …omuz omza…”  “…burun buruna…”   “…omuz omuza…)
14-    Ay adlarının solunda ya da sağında rakam varsa bu ay adı büyükle başlar ve gelen ek kesme işaretiyle ayrılır.. (“…21 Haziran 2011 Pazartesi günü…”    “…3 Ağustos’ta…”    “…Temmuz 2010’da…”)
15-    Sayılara gelen eklerde sertleşme yani benzeşme kuralı geçerlidir. (2005’te       iki bin beşte)                                                (…1990 Haziran ayı…)    (1919 senesi Mayıs’ının 19’uncu günü)
16-    “BİR TAKIM”IN YAZIMI: “Bir” sözcüğü yerine “iki” anlamlı olarak gelebiliyorsa “bir” sözcüğü ayrı yazılır. ÖRNEK: birtakım insanlar, bir takım elbise
17-    Birleşik sözcüklerin satır sonu kesiminde birleşen sözcükler arasında ulama yapılabiliyorsa ulama yapılan yer bir hece kabul edilir. Bu hece ya satırın sonunda üstte ya da alt satırın başında bulunur. (il-köğ-re-tim, ba-şöğ-ret-men, ha-nı-me-li)
18-    “mi?” soru eki pekiştirme anlamı kattığı zaman, “-diği zaman” anlamı kattığı zaman veya cevap beklenmeyen soru cümlesi yani sözde soru cümlesi kurduğu zaman ayrı yazılır. Sadece olumsuzluk eki olan “-me” ekinin daralmış hali olan “-mi” bitişik yazılır.(…zararlı zararlı…, polis geldi mi gideriz, bu havada dışarı çıkılır hiç? bilmiyorum)
19-    Büyük harfli kısaltmalara gelen ekler kısaltmanın açılımına göre değil de kısa okunuşuna göre gelir. (TBMM’ye, ODTÜ’den, TDK’ye)
*Kısaltmadaki ünsüzler “a” ile değil “e” ile okunur.(K“a”  değil K“e”)
*Kısaltmada ünlü harf varsa kısaltma sözcük gibi okunur. (TÜBİTAK, TEK, MEB…)
*Küçük harfli kısaltmalarda tam tersi bir durum geçerlidir. Bunlara gelen ek kısaltmanın açılımına göre gelir. (kg’dan,  kg’ın,   g’ın,   g’dan)
20-    “-de” yi cümleden çıkardığımızda cümlenin anlamı bozulmuyorsa ya da “-de” ekinin yerine “dahi, bile, üstelik” sözcükleri getirilebiliyorsa bu “de” bağlaçtır ve ayrı yazılır. Ayrı yazılan “de” ler “-te,-ta” olmaz ve özel isimlere geldiklerinde kesme işaretiyle ayrılmaz. (Soruları o da bildi.) (Buraya Ahmet de gelecek.) (Bildiği yolda ilerliyor.)
21-    Akrabalık adları küçükle başlar; yalnız bu akrabalık adı lakaplaşırsa (ismin önüne gelip) büyükle başlar. (…Osman dayım…, …Dayı Mustafa…)
22-    “-ıyor” lu daralmalar (zıplıyor, anlıyor…) ve “diyen, yiyen, niye” sözcüklerindeki daralmalar hariç diğer daralmalar yani konuşmadaki daralmalar (anlıyan, dinliyen gibi) yazıya geçirilmez.
23-    *Paralar bitişik yazılır, sayılar ayrı yazılır. (ikibinbeşyüzTL, iki bin beş yüz ton kömür)   *Üleştirme (paylaştırma) sayı sıfatları yazıyla yazılır. (2’şer yanlış, ikişer doğru)
24-    Mahalle, meydan, sokak, antlaşma adlarının yazımında nitelik bildiren kısmın yani adının bulunduğu kısımla birlikte mahallenin “M” si, antlaşmanın “A” sı da büyükle başlar.(“…Halıkent Mahallesi’nde…”  “…Sevr Antlaşması…”  “…Adnan Menderes Bulvarı..”)
25-    Kurallı birleşik fiiller bitişik yazılır.(-e bilmek, -e durmak, -e kalmak, -e gelmek, -i vermek, -e yazmak) (gidebildik, düşeyazdım, bakadur…)
26-    “hane” bir sözcükle birleştiğinde ilk sözcüğün son harfi ünlüyle (a,e) bitiyorsa hanedeki “h” sesi kullanılmaz. (dershane, hapishane, ameliyathane,  eczane, pastane, postane…)
27-    “-ki”nin yazımında bu eki alan sözcük anlamlı olarak “-ler” alabilirse (KİLER J MARKET) o “-ki” eki sözcüğe bitişik yazılır. (Sözcüğün anlamlı olması önemli, cümlenin anlamlı olması önemli değil.)
(“Dışardaki adam seni sordu.”   “Sizinki yine ortalıklarda yok.”  “Söyle ki yanlışımızı bilelim.”)    İSTİSNA:  S-------O--------M---------B----(a)------H--------Ç--------E---------M
                                                                                                                                                                                     sanki  oysaki  mademki     belki         halbuki    çünkü   eğerki    meğerki
28-    “şey” sözcüğü her zaman ayrı yazılır. (bir şey, her şey, çok şey, herhangi bir şey, pek çok şey)
29-    Edebiyatlar küçükle başlar; ama işin içine dönem sözcüğü girerse büyükle başlar.Gelen ekler kesme işaretiyle ayrılmaz. (“…halk edebiyatı…”    “…divan edebiyatına…”) (“…Halk Edebiyatı Dönemi…”    “…Divan Edebiyatı Döneminde…”)
30-    Tarihi çağ, devir ve dönemler büyükle başlar. Gelen ek kesme işaretiyle ayrılmaz. (“…Orta Çağ…”   “…Yakın Ça…”  “…Tanzimat Dönemi…”  “…Lale Devri…”  “…Kadir Gecesine…”)
İSTİSNA: “…antik çağ…” söz grubu genelde mecaz anlamda kullanıldığı için küçükle başlar.
31-    Özel adla birlikte kullanılan tür adları küçükle başlar. (“…Van kedisi…”   “…Adana kebabı…”  “Maraş dondurmasına…”)
32-    *Saatler tek noktalı gösterilir. (20.30  -  16.10)    *15.00’da yanlıştır; çünkü iki sıfır herhangi bir zaman bildirmez. 15.00’te doğrudur.                             HAZIRLAYAN: MEHMET BİLGİÇ

17 Temmuz 2011 Pazar

bilgi söz sanatları

SÖZ SANATLARI ÖRNEKLERİ

bu bilgileri indirmek için buraya tıklayalım. 




DÜZENLEYEN: Mehmet BİLGİÇ





Ankara Kıbrıs konusunda temkinli davranıyor.  

(mecaz-ı mürsel)





Mehmet

Hazineler içindesin

Bu toprağın altında ne var ne yok

Kömür, bakır, altın, demir

Hepsi senin, hepsi senindir

Çıkar çıkarabildiğin kadar

Hepsi benimdir                                                         (tariz)







Dilerim tanrıdan k, sana açık kucaklar

Bir daha kapanmadan kara toprakla dolsun

Kan tükürsün adını candan anan dudaklar

Sana benim gözümle bakan gözler kör olsun    

(mecaz-ı mürsel)



Durgun bir akşamın erguvan örtüsünü

Yırtarken çekinerek gecenin kara eli

Yorgun bir gölge, omzunda bir günün yükü

Sürüklüyor ufuklara ağır adımlarını                      (teşhis)







Bahar gelip her yan güldü

Çiçekleri biraz kucaklayım

Deyip kuşçuk her yana baktı

Sakin gökte kanat çırptı                                         (intak)



Şanlı hikayesi binlerce erin

Sesi nabzım olmuş hengamelerin

Naklediyor yadını gelen geçene

Bu hayalde uyur Bursa her gece  

(mecaz-ı mürsel)



Minareler bayramda kubbeler arifede

Başlar birbirinden dik o dört taştan efede

Edirne’ de bir sabah üçüncü şerefede

Sinan güzelliği döndürmüştü başını    (mecaz-ı mürsel)





Anadolu hepimize hınç, şüphe ve emniyetsizlikle bakıyordu.                                            (mecaz-ı mürsel)









O günlerde Konya’nın nasıl yaşadığını ne düşündüğünü bilmiyoruz.                                             (mecaz-ı mürsel)









Marmara’ da her yelken

Uçar gibi neşeli                                        (mecaz-ı mürsel)



Dalgalan sen de şafaklar gibi ey nazlı hilal 

(mecaz-ı mürsel)



Dalgalardan gemimiz martı gibi oynaktır şimdi.    (teşbih)



Yolcuyum bir kuru yaprak misali

Rüzgarın önüne atılmışım ben                               (teşbih)



Bir güzel yırtıcı kuş gördüm, baktım

Som mücevher gibi kan kırmızısı tırnakları           (teşbih)



Kardeşi tıpkı tilki gibidir, ondan kendini sakın. (teşbih)



Nedendir de kömür gözlüm nedendir

Şu geceki benim uyumadığım

Çetin derler ayrılığın derdini

Ayrılık derdine doyamadığım       (teşbih)





Güç bela bir bilet aldım gişeden

Yolculuk başladı Haydarpaşa’dan    (mecaz-ı mürsel)





Yüce dağ başında olur sayrılık

Sen düşürdün gül benzime sarılık  (teşbih)



Yel çıkar içinde inilti saklı

Türküler ağıttır, ses dokunaklı

Aşlar yağsız tuzsuz, sular çoraklı

Hayat ödenmesi gereken senettir.                                    (teşbih)



Sınıf yeni öğretmeni merakla bekliyordu.

                                                                (mecaz-ı mürsel)



Ülkeler ancak kalem ve kılıçla varlıklarını sürdürürler.

                                                                         (mecaz-ı mürsel)



Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta

Tanburi Cemil Bey çalıyor plakta                   

                                                                  (mecaz-ı mürsel)





Karanfil oylum oylum

Geliyor selvi boylum

Selvi boylum gelince

Şen olur deli gönlüm                                                        (teşbih)





Böyle yalçın dağlarda sessiz dolaşan kim

Köyler ufka dizilen tozlanmış bir resim                          (teşbih)



Geçen her saat, her geçen saniye

Göl altın güğümdür coşan maviye                                   (teşbih)





Hızırım olursun elimden tutan

Mutluluk çevremde bir renkli çeyiz                                 (teşbih)



Sakin ve rüzgarsız havalarda, bacalar üzerinden bir türlü savrulup dağılmayan dumanlar birbiri üzerine nasıl birikirse, bu seslerde öylece göğün boşluğunda toplanıyor, kolay kolay dağılmıyordu.       (teşbih)







Her gölge bir insan kadar inceydi, derindi.                      (teşbih)





Ona dikkat et, çok tilkidir, seni aldatabilir.                     (teşbih)



Her sabah başka bahar olsa da ben usandım

Uğramam bahçelerin semtine gülden yandım           

                                                                      (açık istiare)





Uludağ etekleri al ipekten bu akşam                        

                                                                        (açık istiare)



Garbın ucunda, son kıyıdan, en görüntülü

Bir med zamanı gökyüzü kurşunla örtülü               

                                                                       (açık istiare)





Ateşten kızaran bir gül arar da

Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi                 (hüsn-i talil)



Toprak bir bakışınla kızıl renge büründü

Yıldızlar ülfet için gündüz göründü               (hüsn-i talil)





Hurşide baksa gözleri halkın dola gelir

Zira görünce hatıra ol mehlika gelir               (hüsn-i talil)



İki kapılı bir handayım

Yürüyorum gündüz gece     (açık istiare)







Havada bir dost eli okşuyor derimizi      (açık istiare)





Sonra tül perdeler arasından

Bir ay doğdu vadiye            (açık istiare)





Bir gün yine beyazlar içinde gördüm

Kastı nedir bilmem, bir kere gönül verdim

Turna derler böylesine halk türküsünde

Çifte hasrettir uyuyup kalmış göğsünde        

                                                                       (açık istiare)



Dilber bezme (meclise) gelince yüzü güldü aşıkın                              (kinaye)



Seydi Fakıllı köyünde kadınlar su çeker gayya kuyusundan

Uyan Anadolu’m uyan ölüm uykusundan    (kinaye)



Yıldızlı perçemlerin ıslandıkça uzuyor

Yalnızlık damla damla şakağımdan sızıyor.

                                                                    (kapalı istiare)





Süzülüp akasya dallarından gün

Erir damla damla ayaklarında    (kapalı istiare)





Ninniler söylermiş bir serin dere      (kapalı istiare)



Tohum altta nefes nefese

Kulağı gök gürültüsünde   (kapalı istiare)





Yunus ki nergiste güler, gülde kanar

Kırlarda gelincikte onun bağrı yanar       (tenasüp)



Kestanelik gölgesinde hayal gibi yürürsün

Bülbül şakır bir ağacın nazenin gülüsün

Tarlalarda gülümseyen çiçeklerin alında

Ela gözlü güzellerin gül benzini görürsün     (tenasüp)







Kurban olam kurban olam

Beşikte yatan kuzuya    (kapalı istiare)





Anavarza at oynağı

Kana bulanmış gömleği

Kıyman a zalımlar kıyman

Kör karının tek değneği    (açık istiare)





Yalnız zaman olur bazı akşamlar

Bir kadın çehresi; yanarken camlar

Bir lahza belirir loş aynalarda   (istiare)





Dinmiş denizin şarkısı, rüzgar uyumakta

Rıhtım boyu sonsuz bir üzüntüyle karaltı

Mevsim gibi süslenmiş Emirgan, Çınaraltı    (teşhis)







Tarihin dilinden düşmez bu destan

Nehirler gazidir, dağlar kahraman

Her taşı yakut olan bu vatan

Can verme sırrına erenlerindir    (teşhis)





Durgunca bir deniz sahilleri öper

Söner ufukta sevdalı bir kamer

Yıldız gibi uçar ateşböcekleri

Gecenin gözyaşı öper çiçekleri    (teşhis)





Ufukta günün boynu büküktü.   (teşhis)



Biz denizde kaptan, ovada çiftçi, şehirde esnaf olan

Biz gemi yürüten, tarla süren, alışveriş yapan    (leff ü neşr)





Baran değil,şafak değil, ebr-i seher değil

Gözyaşıdır, ciğer kanıdır, dud-ı ah’tır               (leff ü neşr)







Dağlara yaslanıp yatan güneşi

Yaralı, hastadır, yorgundur sandım       (teşhis)



İçmiş gibi geceyi bir yudumda

Göğün mağrur bakışlı bulutları              (teşhis)





Dinle yolcu bu ses onun sesidir

Sinsi adımlarla akşam yürüyor           (teşhis)







Kulağının dibinde haykırdı fırtına:

Isınmak istemiyorsan toprağı çek sırtına    (intak)



Küçük bir çeşmeyim yurdumun

Unutulmuş, bir dağında

Hiç kesilmeyecek suyum

Yıldızların aydınlığında

Boyuna akar dururum     (intak)



Rengi uçmuş, nen var sunam ah sunam

Söyle bana emret, sana can sunam                    (cinas) 





Güle naz

Bülbül eyler güle naz

Girdim bir dost bağına

Ağlayan çok gülen az           (cinas) 



Arı sordu: Şen kelebek

Neden böyle süslenerek

Çiçeklere seslenerek

Uçuyorsun benek benek?     (intak)





Bir gece misafirim olsan yeter

Dolar odama lavanta kokusu

Soğur sevincinden sürahide su

Ay pencerede durup durup güler      (intak)





Adam, elini uzattı; tam onu koparacağı sırada, mor menekşe: “Bana dokunma!” diye bağırdı. (intak)





Bulamadım dünyada gönle mekan

Nerde bir gül bitse etrafı diken        (kinaye)



Dadaloğlu’m der ki belim büküldü

Gözümün cevheri yere döküldü     (kinaye)



Anlattı uzun uzun

Şehrin uğultusundan uzanmış ruhumuzun              (aliterasyon)





Dağlar ağarırken konuşurduk tepelerde

Sen nerde, o fecrin ağaran dağları nerde              (aliterasyon)





Yine parmağım ağzımda kaldı

Masumluk akıyordu yüzünden      (kinaye)





Yahya Kemal yokuş tırmanırken terlemiş, şişman ve ağır vücudunu taşıymaz olmuştu. Tam o sırada mahalle bakkalının önündeki sandalyeyi görüp oraya oturdu. Yağlı bir müşteri bulduğuna memnun olan bakkal kibarca sordu:

--Ne alırsınız efendim?

-- İzin verirseniz biraz nefes alacağım.     (kinaye)



--Ey benim sarı tamburam,

Sen ne için inilersin

--İçim oyuk derdim büyük;

Ben onun’çün inilerim           (kinaye)



Sordum nigarı dedi ahbap

Semt-i Vefa’da doğru yoldadır.      (tevriye)



Biri var pencerede

Pencere önlerinde ağlar durur       (tevriye)





Gönlüm gibi ey name yarda kaldın

Baş üzre yerin var ham-ı destanda kaldın       (kinaye)



Şu karşıma göğüs geren

Taş bağırlı dağlar mısın?        (kinaye)





Yapıtlarında daha çok kırsal kesim insanlarını anlatan birkaç yazar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’yla görüşmeye gider. Bu ilgiden çok memnun olan Yakup Kadri bir ara konuk yazarlara, nereden geldiklerini sorar. Yazarlardan biri gülerek: “Yaban’dan geliyoruz üstat Yaban’ dan”  der.     (kinaye)



Bu kadar letafet çünkü sende var

Beyaz gerdanına bir de ben gerek    (tevriye)



Baki çemende bir hayli perişan imiş varak

Benzer ki bir şikayeti var rüzgardan          (kinaye)





Sarımsak da acı; ama her evde lazım bir dişi.      (kinaye)



Hani selamı hani bir peyamı cananın

Saba senin işinde hep heva imiş yazık      (tevriye)





Ulusun korkma, nasıl böyle bir imanı boğar

Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar        (tevriye)





Tutabilir misin geçen zamanı

Dönebilir misin on beşine

Şaşmadın mı hiç çocuğum

Baharın sessizce gelişine              (istifham)



Bana Tahir efendi kelp demiş

İltifatı bu sözde zahirdir

Maliki mezhebeim benim zira

İtikadımca kelp Tahir’dir.          (tevriye)





Dedim: Dilber, niçin sararıp soldun

Dedi: Çekdiceğim dil yarasıdır.   (tevriye)







Saksıda ruhumun bütün yası var

Derdimle soluyor açılan gonca   (hüsn-i talil)



Eğilmiş arza kanar, muttasıl kanar güller

Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller

Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?     (tecahül-i arif)





Gök masmavi bu sabah

Güzel şeyler düşünelim diye         (hüsn-i talil)



Yemyeşil oluvermiş ağaçlar

Bulutlara hayretinden                 (hüsn-i talil)



Kadrin bilmeyenler alır eline

Onun için eğri biter menekşe       (hüsn-i talil)

Rüzgarda uçan tüy bile

Benim kadar hafif değil          (mübalağa)



Gözlerinden göğüme sayısız yıldız akar

Bir gülüşün içimde binlerce lamba yakar     (mübalağa)





Güneş sevgilinin güzelliğini görüp utanıyor

Görmemek için bulut perdesini başına çekiyor     

                                                                       (hüsn-i talil)





O kadar çaldı ki yürekten

Türküler aşındırdı kavalı            (hüsn-i talil)



Gökyüzünün başka rengi de varmış

Geç fark ettim taşın sert olduğunu

Su insanı boğar ateş yakarmış

Her doğan günün bir dert olduğunu

İnsan bu yaşa gelince anlarmış                  (tecahül-i arif)





Şakaklarıma kar mı yağdı, ne var

Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz            (tecahül-i arif)





Göz gördü gönül sevdi seni ey yüzü mahım

Kurbanın olam var mı bunda benim günahım    

                                                                   (tecahül-i arif)



Aldanma cihanın sakın varına

Bir nefesi verme cihan varına

Bugünkü işi koyma yarına

Yar yarıldığı gün tozar demişler                (irsal-i mesel)



Kirpikleri uzundur yarin hayale sığmaz

Eski meseldir aşık mızrak çuvala sığmaz

Esnafa da biraz insaf gerektir

Bal tutan parmağın yalar demişler              (irsal-i mesel)





Yapraklar neden bu kadar sarı,

Çiçekler ıssız,

Yollar ıssız?

Nereye saklandınız seneler,

Nereye sakladınız baharı?                      (tecahül-i arif)







Şimdi gerçek ey Safa yarimle hem sohbet miyim

Pek inanmam galiba görmekte rüya gözlerim             (tecahül-i arif)



Gönlümde ateştin, gözümde yaştın

Ne diye tutuştun, ne diye taştın           (leff ü neşr)







Aşık bir sedef, maşuk nisan yağmuru

İncileri alır verdikçe damlaları              (leff ü neşr)







Bu eller miydi masallar arasından

Rüyalara uzattığım bu eller miydi

Arzu dolu, yaşamak dolu

Bu eller miydi resimleri tutarken uyuyan    (tecahül-i arif)



Her gün bu kadar güzel mi bu deniz

Böyle mi görünür gökyüzü her zaman?   (istifham)



Ben mi çıldırmışım sen mi delirdin

Yalvaran bu sesimden kaçışın niye        (istifham)



Allah’ın insanda ne var

Gözyaşından daha güzel?              (istifham)



Kimdir bana gülümseyen yeşillik balkonundan?

Demek gecelerden sonra nihayet gün doğuyor.

Bir gülüşündür gençliğimi döndürdü yolundan;

Yanan şu alnım elinin gölgesiyle soğuyor.               (mübalağa)



Mehmet’in düşmanı boğduğu sele

Mübarek kanını kattığı yerdir                 (mübalağa)



Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda

Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda     (mübalağa)





Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün

Kızıllığında ısındık

Dağlardan çöllere düştüğü gün

Gölgene sığındık                         (mübalağa)



Yaram var, havanda dövemez merhem

Yüküm var, bulamaz pazarlar dirhem           (mübalağa)



Bir ah çeksem dağı taşı eritir

Gözüm yaşı değirmeni yürütür      (mübalağa)





Her nere gidersen eyle talanı

Öyle yap ki ağlatasın güleni

Bir saatte söyle yüz yalanı

El bir doğru söz söylerse inanma    (tariz)





Bir yetim görünce döktür dişini

Bozmaya çabala halkın işini

Günde yüz adamın vur kır dişini

Bir yaralı sarmak için yeltenme  (tariz)







Gördüğüm şeyi asla sezemem

Korku nedir bilmem hiç yalnız gezemem

İcap etse kendi adım yazamam

Katiplikte gayet iştiharım var     (tariz)



Geç yatar, erken kalkar (tezat)





Güleriz ağlanacak halimize    (tezat)





Ne siyah eylemiş bu nasiyeyi (nasiye: alın)

Saçımı bembeyaz eden bahtım               (tezat)



İşkence yaptıkça bana gülerdi

Benim sadık yarim kara topraktır        (tezat)



Var olan yokluğun ömrünü sürüyorum

Aşklar bomboş kuruntu, hürriyetler esaret      (tezat)





Aydınlığa koştum karanlık çıktı

Her sevgi, her vefa bir anlık çıktı       (tezat)







Varlığın uçarken en şakrak çağa

Dolaştım bakıştan, nurdan bir ağa

Beni öldürmeye ve yaşatmaya

O baygın gölgeli bakışlar yeter    (tezat)





Bir varken bir yok oldu

İşte dünyamızın işleri         (tezat)





Gülmek ol goncaya münasiptir

Ağlamak bu dil-i hazine gerek (yaralı gönül)           (tezat)



Dünya o kadar büyük ki

Bir noktayım ortasında, ne yapsam

Bazen de o kadar küçülüyor ki dünya

Devrilecek sanıyorum kımıldasam       (tezat)



Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne

Kurşundan bir yük binmiş köpükten gövdesine        (tezat)



Ne nergis, ne leylak, ne lale, ne gül

Hepsiyle dolu bir selesin,sevgili      (tenasüp)



Kamu bimarına (hasta) canan devay-ı dert eder ihsan

Niçün kılmaz bana derman beni bimar sanmaz mı     (tenasüp)



Samsun’un evleri denize bakar

Sokaklar yosun içinde

Çapalar, takalar, mavnalar

Bilyeler gibi suyun yüzünde

Bir iner bir kalkar                         (tenasüp)





Çalınsın saz, keman, santur, kanun hoş makam ile

Okunsun şarkılar Dilbesteler mahurdan sadalarla       (tenasüp)





Başta en başta kanlı bir bayrak

Kanlı bir taç hemen onun peşinden

Sonra bir türlü öldüren araç: Ok

Mızrak, yay, kılıç, topuz,balta           (tenasüp)

Nedir bu savaş insanlarda barışa azim yok mu

Kan dökücü mızrağı atıp zeytin dalı tutmak yok mu             (leff ü neşr)





Bağ-ı dehrin hem hazanın hem baharın görmüşüz

Biz neşatın da gamın da rüzgarın görmüşüz       

(leff ü neşr)







İçimde kor donar, buzlar çözülür

Yağan ateş midir, kar mıdır bilmem            (leff ü neşr)







Gökyüzünde İsa ile

Tur dağında Musa ile

Elindeki asa ile

Çağırayım Mevlam seni         (telmih)

Yeter yüreğime düşen ateş

İbrahim’ de güle çevrilen ateş

Neredesin gel kuşandır beni

Yüreğimden kaldır ateşleri       (telmih)



Dövdükçe tavlanan demir er geç kılıçlaşır

Her kın filizlenip, Ali’den Zülfikar açar        (telmih)





Beni bende demen  bende değilem

Bir ben vardır bende benden içerü

Süleyman kuş dili bilür dediler

Süleyman var Süleyman’dan içerü             (telmih)





Hırçın yel, uslu dal kapışırlar yalınkılıç

Rüstem bitirse savaşı, İsfendiyar açar        

(İran’ın güçlü komutanlarına telmih)



Gel etme karınca kardeş

Ağustos böceğine acı

Kabahat onun mu sanki

Şarkı söylediyse bütün yaz     (telmih)



Allah’a sığın şahs-ı halimin gazabından

Zira “yumuşak huylu atın çiftesi pektir”         (irsal-i mesel)    





Yırtıcı kuşun ömrü olur az

Bir tek ipte iki cambaz oynamaz           (irsal-i mesel)





Balık baştan kokar bunu bilmemek

Seyrani gafilin ahmaklığından        (irsal-i mesel)







Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın

Bu toprak, bir devrin battığı yerdir          (nida)





Ey kumrulu bahçem, sümbülü bağım

Ey, bülbülü derem, mineli dağım

Sizin ile geçti en güzel çağım                  (nida)







İnanın bana ey insanlar

Çıkmam bir daha sokaklara          (nida)





Karşımda duran yüce dağlar

Ayrılık yüreğimi dağlar                  (cinas)





Bülbül güle gül dedi

Gül gülmedi gitti

Bülbül güle, gül bülbüle

Yar olmadı gitti                      (cinas)





Güzel şeyler düşünelim diye

Yemyeşil oluvermiş ağaçlar        (hüsnü talil)





Mor menekşe boyum büktü

Gül kızardı utancından                       (teşhis, hüsnü talil)



Her sabah başka bahar olsa da ben usandım

Uğramam bahçelerin semtine gülden yandım                   (tenasüp, açık istiare, kapalı istiare)



Ne nergis, ne leylak, ne lale, ne gül

Hepsiyle dolu bir selesin güzel        (tenasüp, teşhis)



Gel etme karınca kardeş

Ağustos böceğine acı

Kabahat onun mu sanki

Şarkı söylediyse bütün yaz                 (telmih)



Benim için her bir sözün kıymetlidir inciden

Gözyaşlarım akıtma gel, odur gönlüm inciden        (cinas)



Gayet çoktur değil, benim yaram az

Bana yardan gayri cerrah yaramaz           (cinas) 



Durmak istiyorum arkamdasın

Ne zaman acıksam aklımdasın

Son sayfasında ismin yazılı defterimin

Ben adını duydukça kapatamıyorum

Niye mi

El yazımı artık ben bile okuyamıyorum                (terdit)



Biliyorum bunu ayrıyız işte

Gülen iki dudak uzaklığında                    (tezat)



Ayvaz çıkar, hoylu çıkar,

Bir yandan Köroğlu çıkar:

“Hemen Mevla ile sana dayandım,

Arkam sensin,kalem sensin, dağlar hey”    (iktibas)



Sular gene o sular, kıyı gene o kıyı

Gene çamlar dinliyor uzaktan bir şarkıyı    (tekrir)



Bir candır bu, bir andır bu

Giden gelmez, bir handır bu

Dağ taş değil, insandır bu

Gelsen de bir gelmesen de    (tekrir)



Kapı kapı bu yolun son kapısı ölümse

Her kapıda ağlayıp bu kapıda gülümse        (tekrir)



Akşam yine akşam, yine akşam

Bir sırma kemerdir suya baksam            (tekrir)

Bulamadım şu halimden anlayan

Gönül hasta, dudak hasta, dil hasta

Yağmur yağar dağı taşı ıslatır

Yaylalardan uzak kalan sel hasta   (tekrir)





Mahmur mutlu mutluluğun tüm melekleri

Mehtaba maviden menevişlerle yüksel                       (aliterasyon)



Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: ilerle

Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilelerle                     (aliterasyon)







Çabucak gönderin çeliklere su

Çiğneyin çığlarım şu çılgın çağı                          (aliterasyon)



Ah İstanbul, İstanbul olalı

Görmedi böyle keder                (mecaz-ı mürsel)



Belki bir gün özlersin

Başka adamlarla

Başka şehirlerde yürürken       

(tekrir,aliterasyon,mecaz-ı mürsel)



Ne aşk var ne de mutlu sonlar

Buz gibi yalnızlık var

Gücün yetmez ısınmaya

Hapsolunca yalnızlığa                   (teşbih, tezat)







Gülüşlerim vardı benim

Ben kimim ben nerdeyim

Tam karşıya geçerken

Bıraktığın o el benim             (mecaz-ı mürsel, istifham)





Bu kez pek afili yalnızlık

Aldatan bir kadın kadar düşman              (teşbih)





Sövdüm, sövdüm, sövdüm ben dünyaya

Acılara, sokaklara, ait olmaya, insanlara      

(tekrir, mecaz-ı mürsel)





Artık olmaz dedin senle

Çok eskitti beni bu hikaye               (açık istiare)



İs karası gibiyim o temiz ellerinde

Dil yarası gibiyim bu masum sözlerinde        (teşbih, tezat)





Her sabah doğan güneş bir sabah doğmaz oldu

Elleri ellerimden kayıp giden yıldız oldu          (teşbih)





Kuruyup solma aynaya baka baka

Ne söyleyeceksen söyle dobra dobra                (kapalı istiare)







Bak sen ne yazık ki klasik bir tablosun

Ne yaparsan yap boşsun                                 (teşbih)



Olur a düşerim ihtimal

Baba kapıyı kapatma

Olur a düşerim ihtimal

Gülüne su ver unutma          (kinaye, kapalı istiare)





Kınalı gelin uçuyor yuvadan

Günü, saati biliyor yaradan

Duvağım, telim, kırmızı kemerim

Dileğim bir kız bir oğlan        

         (tenasüp, kapalı istiare, mecaz-ı mürsel)



Aynı dili konuşabilseydi adaş dağlar

Büyük Ağrı’ya çıkarken de işe yarardı

Küçük Ağrı’ya çıkma deneyi

Şirin sarptır, Leyla engin, Aslı dik

Bundandır Kerem’in Aslı’ya benzemediği    

         (telmih, kapalı istiare)

Çıldırmış olmalı bu rüzgar gülü

Dans ederek yanıtlıyor beni pusulam    (teşhis)



Ve bir dirhem et bin ayıbı örter dediklerine

Yalın bir katkı sayılır aşağıdaki yorum

Durgun sulardır, aynalardır en yabancınız

İnsana uzaktan kendisi gelir                        (irsal-i mesel)



Bir vadinin kollarını kavuştuğu yerde

Kıstırılmış, topuğu yaralı kaçağım sanki    (teşhis, teşbih)





Dünyanın bütün garsonları yoldaşımdır

Nedense hiçbirinin adını bilmem     (tezat)



Mürekkep yalpalıyor boş yere kağıtlar kirleniyor

Menzile ulaşmıyor yorgun sözcükler                             (teşhis, tenasüp)

İçimize uğrar diye çalkanıp beklediğimiz

Nuh’un çiçek gemisi denizdağında şimdi                              (telmih)



Rakı suyla kavgalı, kadeh masaya şaşı

Şaşı bakıyor yerdeki fotoğraf duvardakine

 (tenasüp, teşhis)  



Hallacı gördüm bir an

Ah yanlış anlaşıldım

Çırpıldım darağacını gördüm                       (telmih)



Gez kırık, göz eksik, arpacık öğütüldü

Parçalara ayrıldı nişan aldığım tüfek               (tenasüp)



Bilemezsin sevgilim

Bilemezsin değil mi

Sözlerini bilmeden sevdiğin yabancı şarkı benim

Adını söylesen dönüp bakacaksın belki

Ama senin kulakların hep tıkalı                   

        (kinaye, teşbih)



Sonradan kor sonradan kor

Ayrılıklar an be an

Akıp gider, akıp gider

Zaman sana aldırmadan            (tekrir, kapalı istiare)





Be vefasız!

Gözlerinden düştüm mü söyle

Gördün güzelleri kaldın mı gurbet elde             (nida)



Yok mu?

Senin insafın yok mu?

Bir güler yüzün çok mu?

Dağ mısın taş mısın?              (istifham)





Yedi kat eller yakınım oldu

Gel kavuşalım artık              (tezat)



Yürüyorum hasretin, acının üstüne

Sığmıyorum dünyaya dar geliyor                (mübalağa)



Gördüm gözümle gördüm

Günden güne bittiğini

Hissettim başkasına gittiğini      (aliterasyon)



Koca bir masal bu dünya

Belki tamamı bir rüya, bil                   (teşbih)

Tutuşup yan küle dön

Yok bu da yetmez mum gibi eri

Hayır hayır ah kıyamam

Ben öleyim yeter ki sen dön         (kapalı istiare, rücu, teşbih)



Uzanıp Kanlıca’nın orta yerinde bir taşa

Gözümün yaşını yüzdürürüm Hisar’a doğru                          (mübalağa)



Bir lodos lazım şimdi bana bir kürek bir kayık

Zulada birkaç şişe yahut yer gök kırmızı                 (tenasüp)



Ben seni de sevmedim adem

Doğruyu duymak istiyorsun madem

Alt tarafı bir elma yedik beraber

Zehir zıkkım olsun bize bal badem                 (telmih)



Yandım yandım ah ki ne yandım

Bana yeniden şarkılar söyleten kadın          (kinaye,kapalı istiare, teşbih)



Sanma ki dikecekler meydana

Heykelini, taşını

Kuş gibi özgür uçmaya kalkma

Seller geçemez gözyaşını          (mübalağa, tenasüp)



Güzel bebek buram buram

İnsan, sevgi kokuyorsun

Bir küçücük dünya gibi varlığın

Sırtında dünyayı taşıyorsun                (teşbih, mübalağa)



Hani her şeyindim ben senin?

Hani kor dudaklındım?

Hani karlarda açan çiçektim?

Vazgeçilmezdim                                       (tekrir, istifham, kapalı istiare, teşbih)





İzmir, İzmir yanıyor

Kara sevdam hasretinden                          (kapalı istiare)







Ölürüm yoluna ölürüm de yine boyun eğmem

Yakarım dünyayı uğruna ama sana eğilmem      (kinaye, abartma)





Öyle sınırsız öyle derin öyle çok severim ki korkarsın

Kuruyup çöle dönsem de pare pare olsam da yenilmem       (mübalağa, teşhis)







Hele var ki bir tablo

Görse şaşar anibal

Ördeklerden bir filo

Bir de kazdan amiral             (terdit, tariz)



Çağır Karacaoğlan çağır

Taş düştüğü yerde ağır

Gönül sevdiğinden soğur

Görülmeyi görülmeyi                   (irsal-i mesel)



Bilgiyle, inançla, coşkunlukla

“Övün, çalış, güven”                        (iktibas)



Söylerken o sözleri kızardı

Hem hazmeder ah, hem kızardı    (cinas)





Geçsin günler, haftalar

Aylar, mevsimler, yıllar           (tedric)





Yamaçtaki sürüden birkaç çelimsiz kuzu

Haykırıyor: “Ya bizi kimler kurban edecek?”              (teşhis)







Aferin oğlum Ahmet

Bu yolda devam et

Herifçioğlu Sen Mişel’ de koyuvermiş sakalı

Neylesin bizim köyü, nitsin Mahmut Makal’ı                   (tariz)





Süleyman tahtını yeller götürür

Mührün alıp denizlerde yatırır

gün tatlı suyu acı getirir

Aldanma şu dünyaya yalan dünyadır                (telmih)









Hak güneşi midir karşımda batan

Sen misin sen misin ey garip vatan              (tecahülü arif)



Gerçi şarkılığına bu da bir şarkı

Gel gelelim nerde bu, nerde bahar        (istifham)







Gördü geçen bu kızıl bulutu gözleriniz

Demek bunların hepsi doğru! Cevap veriniz

Yok.Hayır söylemeyin acısını bu yasın

Zavallı kulaklarım iki defa duymasın              (rücu)



Hiç şaşmayan bir saat gibi işler durur kader

Bir gün saat çalar…Çok uzaktan gelir haber                      (teşbih)